Haddini Aşanlar

15 Şubat 2011 Salı
Mustafa GÜNDOĞAN

Toplumda bazı yaşanan olumlu veya olumsuz vakalar insan psikolojisini doğrudan etkileyen faktörlerdir.  Bu vakalar kişiler üzerinde kişinin kişilik yapısı oranında etkilidir.  Bazılarımız en ufak sevinçte veya kederde her şeyi haddinden fazla yaşarız veya hissederiz.  Bunu fazla yaşayan veya hissedenlere ince fikirli, pek fazla umursamayanlara da gamsız deriz. Hangisi iyi derseniz orası da malüm bir şey. Çünkü bugün umursamadığımız ya da diğer değişle gamsız kaldığımız vakalar yarın da kendi başımıza geldiğinde hayıflanıyoruz. Her koyun kendi bacağından asılır asılmasına da sonucu herkesi rahatsız ettiği gibi, bu gamsızlığın sonucu da herkesi eninde sonunda etkilemektedir.

Şimdi diyeceksiniz ki; lafı nereye getireceksiniz. Zaten yukarıyı okuyunca anlamış olmalısınız. Benim gamsız kalamadığım dan mı? Diyelim, yoksa ince fikirliliğimden mi? dir, toplumsal ilişkilerimizden bahsetmek istiyorum.  Günümüzde maalesef şunu üzülerek belirtmek istiyorum ki; örf ve adetlerimiz gitmiş, daha kötüsü sevgi, saygı, muhabbet, yardımlaşma gitmiş, yerine, hazımsızlık, hasetçilik, hor görme ve her türlü düzenbazlık gelmiş. Maalesef durum bundan ibaret.  Ana, baba, eş, dost, akraba ve kardeş ilişkileri bitmiş herkes kendi çıkarı neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket ediyor.

Büyüklerimiz anlatıyor, bizde masal gibi dinliyoruz. İstiklal Harbi zamanlarını ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş öyküsünü ama maalesef ders almamışız. Çok öncelere gitmeye gerek yok aslında 1950–1980 yılları arasını hatırlamak yeter. Köylerimizde olsun veya kentlerde olsun insanların ne kadar zorluklar içinde yaşadıklarını dinliyoruz çoğumuzda biliyoruz. Bir düğün olduğunda hangi köyde olursa olsun sadece belki de yemek yiyebilmek için düğüne üç gün önceden (öncüt) emanet elbise veya ayakkabıyla giden insanlarımız vardı.  Günlerce evlerinde çavdar ekmeğinden başka yiyecek girmeyen insanlarımız vardı. Tabi bunları anlatıyorlar bizlerde masal dinler gibi dinliyoruz. Çünkü bizler yokluk görmedik. Belki de daha kötü durumlar vardı. Mesela Balıkesir’e olsun, Dursunbey’e olsun yürüyerek gidip gelmeler gibi. Affedersiniz şimdi tuvalete bile neredeyse arabayla gideceğiz.  O yıllarda maddi anlamda bir sürü yokluklar varmış. Ama bunu yanında çok önemli değerlerimiz de varmış. Bu değerler manevi değerlerimiz.  Manevi değer karın doyurur mu? Diye aklınıza gelebilir. Manevi değer insan olanın maddi değerden daha fazla karnını doyurur.

Bizim çocukluğumuz da daha dün gibi hatırlıyorum. 1970’li yıllar. Köydeki evlerimizin bir çoğu çorak topraktandı. Yağmur yağdığında evin içine yağmur damlaları geçerdi. Her evin üzerinde silindir şeklinde yuvarlak taş olurdu. Evin üzerinde yuvarlayarak çorak toprak sıkıştırılırdı. Böylelikle yağmur eve geçmezdi. İşte evlerin üzerinde akşamları pamuklar kozalarından çıkarılır, mısırlar soyulur, mısır çalkasından geçirilirdi. Ama herkes bir birine yardıma koşarak. Bunlar yapılırken de öylesine muhabbetler olurdu ki tadına doyum olmazdı.

Herkes bir birinin yardımına koşar, herkes bir birini güler yüzle karşılardı. Şimdi aklıma gelince bile çıldıracak gibi oluyorum adama selam veriyorsun seninle işi yoksa selamı almak bir yere seni duymuyor bile. Allah bizlere yokluk göstermedi binlerce defa şükürler olsun inşallah gelecek neslimize de göstermez. Ama şükretmesini bilmiyoruz.

Neticesinde anaya babaya itaat yok, küçük büyüğünü saymıyor, büyük küçük sevmiyor, kardeş kardeşi takmıyor, aile bağları kopuyor. Toplumda huzur olmuyor. Şimdi kimse kimseye muhtaç değil, herkeste para var, pul var, kısaca her istediğin var. Birde haddini aşanlar var.  Günümüzde böyle kişiler çoğaldı. Ama Allah böyle kişilere haddini öyle bir bildirir ki ömür billâh belini doğrultamazlar. Ana baba parası kişiye Allah’ın emanetidir. Emanetin kıymetini iyi bilmelidir. Hani bir söz var “Sen seni bil sen seni, sen seni bilmezsen patlatırlar enseni” Herkes hakkını, hukukunu bilecek. Yoksa başımızdan felaketler eksik olmayacaktır.

Mustafa Gündoğan

https://www.dursunbey.com/haddini-asanlar-ky18.html